Sınırların Karşılıklı Geçişlere Açılmasının Hikayesi
Sınırların karşılıklı geçişlere açılmasının hikâyesini, dönemin Turizmden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş anlatıyor.
Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, 1974’ten beri adayı ikiye bölen Yeşil Hat’tı, 23 Nisan 2003 tarihinde ilk kez serbestçe aşabildi. KKTC Bakanlar Kurulu’nun, iki kesim arasında günü birlik geçişleri serbest bırakan kararı, Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yürürlüğe girerken, ilk karşılıklı geçişler Ledra Palace sınır kapısından yapıldı.
İlk gün Ledra Palace sınır kapısında beklenenin aksine, Rum tarafına geçiş için yığılma yaşanmadı. Fakat geçişle ilgili talimat yetkililere ulaşmadığı için, geçişler yaklaşık iki saat gecikmeli başladı. İlk dört saat içinde yaklaşık 191 Kıbrıslı Türk adanın güneyine geçti. Kuzeye geçmek için kayıt yaptıran 57 Rum iki saat beklemek zorunda kaldı, ancak herhangi bir sorunla karşılaşılmadı.
Oshan Sabırlı: Sınırların açılmasına giden yolun hikâyesinde neler yaşandı?
Serdar Denktaş: Yanlış hatırlamıyorsam 2002 kurultayıydı, kapıların açılması gerekliliğini kurultay manifestomuzun içine koymuştuk. Bunun nedeni, kapalı bir düzen içerisinde yaşamaktaydık ve gerçek reel ekonomik değerler, hiçbir şekilde gündeme gelememekteydi. Türkiye’den gelen para memura veriliyor, memur harcama yapıyor, kendi içimizde dönen para neticede memurdan esnafa, esnaftan vergi olarak devlete, bir kısmı ithalata vs. gidiyordu. Ekonomik çarpıklığımız pek görülememekteydi. Zaman içerisinde şunu görmeye başladık. Giderek Rum tarafı, özellikle genç neslin gözünde bir mit haline gelmeye başladı. Orada her şey mükemmel, her şey pırıl pırıl zannediliyordu. Bizi seven insanlar, bizi kucaklamaya hazır Rum toplumu… Öte yandan Rumlarla yaptığımız temaslarda, siyasilerle, biraz daha alt kesimle yaptığımız temaslarda, bizi burada askerin, silah zoruyla yönettiği. Köylerimize girerken izin aldığımız, çadırlarda kalan, fakir, hiçbir şey bilmeyen bir ortamda yaşıyoruz inancı vardı. Bu ikisini iyice tespit ettikten sonra, kapıların açılması gerekliliği bizim açımızdan artık, tam takip edeceğimiz bir siyaset haline geldi.
Süreç ve fikrin ortaya çıkışı
Yaklaşık 1 yıl gibi bir süre, bunun hazırlığıyla uğraştık. Önce cumhurbaşkanının ikna edilmesi, Türkiye ye bunun gerekliliğinin anlatılması. Burada yavaş yavaş insanların kulağına bir kar suyu kaçırma dönemi, bir yıllık bir çalışmaydı. Konuyu ilk kez, kurultayda gündeme getirdiğimizde, kimse ciddiye almamıştı. Bilahare mecliste gündeme getirdim. O dönemde muhalefette olan Cumhuriyetçi Türk Partisi milletvekillerinden Sonay Adem’in kulaklarımda çınlayan, “Hadeyin be kahramancıklar, açın kapıyı da görelim bakalım” sözleri var. Cumhurbaşkanını o dönemde ikna etmeye çalışırken, “gerçekler görülecek ve o büyütülen Rum tarafının pırıltısı sönecek” şeklinde girişimle ikna turu yapmıştım. Salih Coşar Bey Maliye Bakanımızdı. Ondan fiyat mukayesesi talep ettim. Fiyatları mukayese ettiğimizde, bizim pazarımızın çok daha ucuz olduğu ortaya çıktı. Bunun bize dönük bir avantaj olduğu yönünde, oradaki arkadaşları da ikna ettim. Bu esnada, Annan Planı referandumu tartışmaları başlamıştı. Türkiye’de ikna olarak kapıların açılması gerektiğini düşünerek buraya haber göndermeye başladı.
“Eski köye, yeni adet mi geliyor?”
Kapıların açılmasından üç gün önce, Türkiye’nin bugünkü Cumhurbaşkanı, o dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül ve müsteşarı Kıbrıs’a geldi. Cumhurbaşkanlığından o ikisinin, dönemin Başbakanı Eroğlu’nun, dönemin Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun ve Cumhurbaşkanı’nın yaptığı kapalı bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıda, hem Derviş Bey hem Tahsin Bey, kapıların açılmaması gerektiği üzerinde durdu. UBP kanadından müthiş bir tepki vardı. Bir tutuculuk vardı. “eski köye yeni adet mi geliyor? Gibi bir dirençleri oluşmuştu. O toplantıda, açılırsa ne olur, açılmazsa ne olur, bütün avantajları, dezavantajları ele alındı. Neticede bunun doğru bir karar olduğu ve açılması gerektiği üzerinde bir mutabakata varıldı.
UBP kanadından müthiş bir tepki vardı
Ertesi gün, bakanlar kurulu toplantısında, konuyu ben gündeme getirdim. Israrla, o bakanlar kurulunda, gündeme gelmemesi için başka başka sorunlar ortaya atıldı. Sonuçta, en nihayet dedim ki “bu konu var, bunu görüşmemiz ve bir karara bağlamamız lazım”. O bakanlar kurulunda, yine UBP’li bakan arkadaşların büyük tepkileriyle karşılaştık. Allah rahmet eylesin, Sayın Miroğlu, İlkay Kamil Mehmet Bayram, çok ciddi bir şekilde bunun kabul edilemez bir öneri olduğunu ortaya koydular. Buna rağmen, Türkiye ile de konuşulduğunu, bu konunun devlet politikası haline geldiğini, anlattım. Bu kararın, mutlaka alınması gerektiğini tekrar belirttim. Karar alındı, bu karara UBP sahip çıkmadı. Bakanlar Kurulu Sözcüsü rahmetli Miroğlu’ydu. “Ben bunu açıklamam” deyince “peki beraber çıkalım. Ben açıklarım” dedim. Kapıya çıktığımızda, her Bakanlar Kurulu toplantısının aksine, sadece TAK’tan 1 kişi ve BRT’den 1 kişinin olduğunu gördük. Orada ben 23 Nisan tarihinde, “kapıların açılacağının kararını aldığımız” açıklamasını yaptım.
Gerçek mi? yoksa şaka mı?
Açıklamayı orada yapmaktaki amacım, hükümetin diğer kanadını da bağlamaktı. Alınmış olan bu kararla, bahsettiğimiz tarihten 48 saat sonrasıydı. Gecesi, ben bir parti gezisi için Mağusa’ya giderken, her taraftan, önce yerel, bilahare Türkiye basınından, ama her taraftan aranmaya başladım. Gerçek mi? yoksa işin içinde bir şaka mı var? diye arandım. Hiç kimse olabileceğine inanmıyordu.
Ertuğruloğlu durdurmaya çalıştı
İzahat ettik açılacağını söyledik. Ayni gece dönemin dışişleri bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun, o geceki bir uçakla Türkiye ye gittiğini duydum. Gidiş amacı, bu olayı durdurmaktı, başarabilirse… Ancak nerelere gittiğini bilmiyorum. Gittiği yerlerden, olumsuz bir hava yakalayamadı. Ertesi gün, yani 22 Nisan tarihi itibarıyla bakanlar kurulunun bu kararı, resmi gazetede yayınlandı.
CTP bile olasılık vermedi.
Kapıların açılıp açılmayacağı bütün vatandaşlar içinde soru işaretiydi. Kimse inanmıyordu. Uluslararası camianın temsilcileri, ısrarla beni arayarak, gerçekten bunun olup olmayacağını öğrenmeye çalışıyordu. Muhalefet partisi, o dönemde Cumhuriyetçi Türk Partisi, bakanlar kurulu kararı çıkmış olmasına rağmen, hala daha bunun olabileceğine olasılık vermemekteydi. 23 Nisan 2003 günü, Saat 8.30 civarı, yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Ekmekçi’den bir telefon aldım. “Serdar abi, ben Ledra Palace’tayım. Burası tıklım tıklım kalabalık toplandı. , ancak kapılar açılmış değil. Ne oluyor bir karar değişikliği mi var” dedi. Öyle bir şeyin olamayacağını söyledim ve bulunduğum yerden Cumhurbaşkanlığına gittim. Biz kendi kararlarımıza uymazsak, bakanlar kurulu karar almış resmi gazetede yayınlanmış, bunu açtırmamak demek, kendi kendimizi tüm dünyaya ” bunlar kendi iktidarlarına bile sahip değil, bakanlar kurulu kararına rağmen kapıyı açamıyorlar noktasına taşıyacaklar, biliyorum engel içişleri bakanlığındandır. Çünkü bu olaya olumlu bakmıyorlar. Bunun derhal değişmesi lazım” dedim. O da , “doğrudur haklısın” dedi ve gerek Muhaceret Polisini gerek Güvenlik Kuvvetlerini, İçişleri Bakanlığını, Başbakanı aradı ve derhal bu işin halledilmesi gerektiğini tekrarladı. 9.30-9.40 civarı ilk geçişler başlamış oldu.
Rum tarafı son derece hazırlıksız yakalandı bu olaya. Yapabileceğimize inançları yoktu. Kapılar açıldığı andan itibaren Papadopoulso, hemen, vatandaşlarına, sakın ha sakın kuzeye geçmeyin. Bunlar yine bir oyun oynuyor. Bu oyuna gelmeyin çağrısını yapmaya başladı. Ogünlerde yaptığım tüm beyanatlarda gerek Ledra Palace çevresinde veya sonrasında şunu söylemiştim. “evet, bu gerçekten çok büyük bir adımdı. Hatta devrim niteliğinde bir adımdı. Bunun üzerine yatar uyursak gün gele bu karar ters teper ve kaybeden biz oluruz. Bu kararın üzerine hem ekonomik kararları inşa etmemiz gerekir. Benim inancım ne kadar çok kapı açarsak sınırlarımızı o kadar çok belirgin hale getiririz şeklindeydi…
Star Kıbrıs